27 Eylül 2010 Pazartesi

İZMİR VE CHP - 24 AĞUSTOS 2010 - HABER EKPSRES - ZAFER YAPICI

İzmir, Türk demokrasisinin ve cumhuriyetin kalesi olmayı sürdüren bir kent.

Büyük bir özgüvenle ve yılmaz bir kararlılıkla.

Bu durum İzmir'in kültürel kodlarına işlemiş tarihsel birikimin doğal bir sonucu aslında.

Her şeyden evvel, İzmir işgali görmüş bir kent. Bu nedenle bağımsızlığın ve özgürlüğün yaşamsal değerini kavramış.

Atatürk'ün düşün sistematiğini, cumhuriyet ve demokrasiyi içselleştirmiş ve kent kültürüne taşımış aynı zamanda.

Emeğin değerini bilen, adalet ve eşitliğe inanan bir kent İzmir.

Öncü olmuş, önde olmuş, rehber olmuş....

* * *

Değerli okurlarım, İzmir'in yukarıda aktarmış olduğum bilinç birikimi, kentte sosyal demokrat çizgide politika yapanlara büyük bir avantaj sağlıyor.

Kent kültürünün belirteci olan; tarihsel deneyimin süzgecinden geçerek üretilen ve yeniden üretilmeye devam eden değerler, İzmirliyi sola yakın kılıyor.

Ancak İzmirli aynı zamanda bağımsızlığın ve özgürlüğün ne demek olduğunun da farkında.

Bu nedenle genel hatlarıyla İzmir seçmeni, emek eksenli olmakla yetinen bir sol siyasi harekete değil, Atatürk ilke ve devrimlerini rehber edinen, emperyalizm karşıtı bir konumlanışı olan emek eksenli bir sol siyasi çizgiye kendini yakın hissediyor...

* * *

Değerli okurlarım, bu nedenle Deniz Baykal'ın genel başkanlığının sona ermesinin ardından CHP'nin yaşadığı/yaşaması olası ideolojik dönüşüm, İzmir tarafından büyük bir dikkatle takip ediliyor.

CHP, emek eksenli bir siyasi çizgiyi mi merkeze alacak? Yoksa küresel süreçte iktidara gelmek için neoliberal ekonomi modelini sahiplenmeyi mi deneyecek?

CHP, tarihsel olarak taşıdığı antiemperyalist karakterini, Deniz Baykal döneminde olduğu gibi, Büyük Ortadoğu Projesi karşısında etkin bir biçimde sahiplenecek mi?
Yoksa iktidarını ABD'de ve AB'de arayanlarla aynı çizgiye mi gelecek?

CHP, yine Baykal döneminde olduğu gibi Atatürk değerlerini, Atatürk'ün millet tanımını merkeze alan bir anlayışı politika yapım sürecinin odak noktasında mı
tutacak, yoksa kimlik politikasının kolaycılığına kanıp, etnikçiliğe, mezhepçiliğe
pirim mi verecek?

CHP, parti içi demokrasiyi gerçekten kurumsallaştırabilecek mi, yoksa parti içi demokrasiyi "görünmez elleriyle" sakatlayan; ancak kendilerini şakşakçıları aracılığıyla "demokrat" olarak pazarlayan, dönek, fikirsiz, ideolojisiz, profesyonel örgüt hiziplerinin oluşturduğu "tarikatın" gazabına uğrayıp düşüncenin değil yandaşlığın yükselme kriteri olduğu bir siyasal harekete mi dönüşecek?

* * *

Değerli okurlarım, bu soruların cevaplarını zaman gösterecek. Ancak Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP'nin rotasının ne olacağının bazı göstergeleri ortaya çıkmaya başlamış durumda.

CHP'nin yeni lideri ilk açıklamalarında CHP'nin kimlik politikasına asla kaymayacağını net bir dille ortaya koymuştu. Bu açıklamaları oldukça önemsiyorum.
Siyasi yaşantısı boyunca siyasetin etnik/mezhepsel hatlar boyunca yapılmaması mücadelesini veren bir kişi olarak bu yaklaşımı destekliyorum. Ancak bu anlayışın hiçbir yanlış anlaşılmaya mahal vermeden tutarlı bir biçimde savunulması ve parti politikası/geleneği şeklinde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Son günlerde bazı yönlendirmeler neticesinde CHP Genel Başkanı'nın Kemalizm eleştirisi üzerinden inşa edilen bir kimlik politikasına dayanan "Türkiyelilik paradigması"nı seslendirmesini bu nedenle yadırgıyorum. CHP'nin çelişkilerle değil tutarlılıkla anılmasının sağlanmasını talep ediyorum.

Kılıçdaroğlu'nun ekonomiyi merkeze alan bir söylem üzerinden AKP eleştirisine girişmesini de doğal olarak olumlu buluyorum. Ancak ekonomi merkezli politikanın içinin doldurulması, emekten yana bir biçimde tanımlanması ve son tahlilde neoliberalizmin ılımlılaştırılmış bir versiyonu olmaktan öteye geçmeyen kendini "liberal-sol" olarak tanımlayan kesimle mesafenin korunması gerektiğini düşünüyorum. CHP'nin ekonomi-politikasını şekillendirmekle görevlendirilen kimi politikacıların ideolojik özgeçmişlerini göz önüne aldığımda bu konuda da endişeye sahip olduğumu söylemeden edemeyeceğim.

Politik yaşantım boyunca, CHP'de parti içi demokrasinin kurumsallaşması mücadelesi veren kişilerden biriyim. Kılıçdaroğlu'nun parti içi demokrasi konusunda da doğru bir söylemle ortaya çıktığını düşünüyorum. Ancak Kılıçdaroğlu'nun, ona genel başkan olma noktasında destek olan; parti örgütünden daha örgütlü bir hizbin komplekslerine dayanan istemlerine cevap vermek durumunda kaldığını düşünüyorum. İzmir'de CHP'nin başarısında büyük katkı sağlayan İl Başkanı Sayın Ekrem Bulgun'un istifaya zorlanması, Gençlik Kolları'nın görevden alınması ve son olarak da CHP İl Kadın Kolları'nın (il kadın kollarının çalışmaları için bkz.
) "üst kademeyle uyumlu çalışmadığı ve düşük randıman sergilediği" gibi sudan gerekçelerle görevine son verilmesi konusunda
Kılıçdaroğlu'nun tavrı/tavırsızlığı bu konuya en büyük örnek.

CHP İl Kadın Kolları, tüm CHP örgütlerine örnek olabilecek bir dayanışma anlayışı ile ilçe kadın kolları ile birlikte İzmir'i kapı kapı dolaşıp eşine az rastlanır bir kadın örgütlenmesini sağlayarak CHP'nin İzmir'deki seçim başarılarının mimarı olmuştu. Bu fedakar bayanların mükafatı görevden alınmak oldu! Söz konusu olay, CHP'nin yeni yönetim anlayışı konusunda kuşkuları arttırıyor. Liyakatin değil yandaşlığın, ilkelilik değil ilkesizliğin kazandığı; parti içi demokrasinin rafa kaldırıldığı bir örnek olay olarak zihinlerimize kazınıyor.

* * *

Görülüyor ki, CHP'nin yeni lideri ancak CHP'yi anti emperyalist ve sol bir parti kimliğinde tutarak İzmirlilerin desteğini sağlayabilir.

Önümüzdeki günler, Türkiye için kritik bir eşiğe denk geliyor. Referandumun sonuçları, Türkiye'nin gelecekteki yönünü belirleyecek.

Bu noktada CHP liderine düşen ilk görev parti içinde birliği ve bütünlüğü koruyup il il dolaşarak halka referandumun önemini anlatmak; referandumdan "hayır" çıkmasını sağlamaktı.

Kılıçdaroğlu, referandum çalışmasını –çoğu zaman tek başına kalsa da- büyük bir özveriyle yapıyor. Ancak bu süreçte toplum üzerinde etkili olabilecek Deniz Baykal gibi bir liderin propaganda sürecinden dışlanması önemli bir hata olarak göze çarpıyor...

İkincisi, eşzamanlı olarak bir hizbin ihtirasına yenilmemek; başarının anahtarı "gerçek örgütün" bertaraf edilmesinin (!) önüne geçmekti.

Bir dünya görüşü olduğuna bile inanmadığım çapsız ama örgütlü bir profesyonel siyasetçi hizbinin değil İzmir'in fikrine, İzmir'in sesine, İzmir'in istemine kulak vermekti!

CHP İzmir il başkanı, gençlik kolları ve kadın kollarının sudan gerekçelerle görevden alınmaları gibi demokrasi karşıtı uygulamalar ne yazık ki bu konuda da umutlarımızı kırıyor.

Üçüncüsü, CHP'nin ideolojik rotasını Atlantik ötesinde değil, Türkiye'de, Mustafa Kemal'de aramaktı!

Atatürk'ün, İnönü'nün, Ecevit'in ve Deniz Baykal'ın mirasına sahip çıkmaktı!

* * *

Değerli okurlarım, örgütlü bir profesyonel siyasetçi hizbinin yönetimi ile iktidarını paylaşan Kılıçdaroğlu'nun işi zor görünüyor.

Kılıçdaroğlu'nun önünde bir referandum var. Ertelenmemesi gereken bir referandum.
Anayasa referandumdan bahsetmiyorum.

Anayasa referandumdan önce, belki de anayasa referandumunun sonuçlarını belirleyecek bir referandum...

Tercihi bir tek Kılıçdaroğlu'nun yapacağı bir referandum.

Ya parti içinde koltuğunu koruyacak ancak hizbin güdümünde ideolojik olarak şekilsizleşmiş ve tutarsızlaşmış, halkçı değil popülist bir lider konumuna sürüklenecek.

Ya da gerekirse parti içi iktidarını kaybetme pahasına parti içi demokrasiyi sakatlayan hizip ile arasına mesafe koyacak. Hizip karşısında örgütü destekleyecek.

...Atatürk'ün, İnönü'nün, Ecevit'in ve Baykal'ın mirasına sahip çıkacak...